Milliyetçilik kavramın içine sarkıtıldığı kuyudan çıkartmak zorundayız.

Bizce yaşamsal önemi olan bu kavramın üstüne örtülen kirli örtüyü sıyırmak zorundayız.

Kültür emperyalizminin sinsi ama derinden saldırısı karşısında onu gerçek içeriğine kavuşturmak zorundayız.

Milliyetçilik kavramını yörüngesinden saptırmak, bilinçli bir biçimde, halkların kendilerini savunma içgüdülerini parçalamak demektir.

İçgüdü… Evet içgüdü!

İnsanların kendilerini koruma içgüdüleri doğal bir güçtür.

Genlerimize işlenmiş bir [kendiliğinden] reflekstir.

Ancak… İnsanlar bir araya geldiklerinde bu “kendini koruma içgüdüsü” toplumsallaşır; kitlesel bir dönüşüme uğrar.

Bir araya gelen halk toplulukları kendilerini korumak için birtakım çareler üretirler. Yaşamlarını sürdürebilmek için üretmek zorundadırlar.

Bu çarelerin en önde gelenleri, sınırlardır; gümrük duvarlarıdır.

Ordudur. Eğitim aygıtlarıdır, dayatmacı olmayan kültür birliğidir.

Tüm kurum ve kuruluşları ile bir bütün olarak Devlet organizasyonudur.

Devlet, soyut bir kavram gibi algılanır; ama değildir.

Kitlesel kendini koruma refleksinin en somut organizasyonudur.

Koruma sözcüğünü sık sık kullanıyoruz, çünkü…

Çünkü, özellikle kapitalizmin emperyalizm aşaması düzleminde ürettiği Yeni Dünya Düzeni manipülasyonuna karşı halkları [yani o ya da bu nedenle bir araya gelmiş tek tek insanları] koruma zorunluluğu vardır.

Ekonominizi gümrük duvarları ile koruyacaksınız.

Egemenliğinizi ordunuzla koruyacaksınız.

Kültürünüzü [ve öncelikle dilinizi] türlü çeşitli kültür mekanizmaları ile koruyacak ve mutlaka geliştireceksiniz.

İçinde hep birlikte debelenmekte olduğumuz iletişim çağında medya gücünün namluları kültürümüze yönelmiş durumdadır.

İç-cephede ele geçirilen siyaset mevzileri eli ile gümrük duvarlarımız yıkılmakta, ekonomimiz gittikçe dışa bağımlı bir uydu ekonomi sürecine doğru geliştirilmektedir.

Egemenlik kavramı ise, yine dayatılan popülist anlam kaydırmaları ve amaçlı-propagandalar aracılığı ile büyük risklere doğru itelenmektedir.

Bu badirelerden tek bir çıkış yolu vardır:

Gerçek anlamda milliyetçilik kavramına sarılmak…

Bu kavramın hırpalanmasına meydan vermemek.

Faşizm nasıl milliyetçilik kavramını kirleten en önemli öğelerden birisiyse, kültür emperyalizmi de etnik ayrılıkçılık kültürünü yayarak bir başka kulvardan aynı hedefe ateş etmektedir.

Hedef alınan odak, insandır! Bireydir.

İnsanların kendilerini korumak için bir araya getirdikleri güçtür; organizasyondur.

Faşizmin dayatmacı dünya görüşünün hemen yanında; özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi önemli kavramlara pembe külahlar giydirerek insan avına çıkmış olan “öteki” yönetim birimlerinin [tüm çıkar odaklarının] kirlettikleri kültürel ortamı yeni baştan gözden geçirmeliyiz.

Siyaset dilini ve sosyal alanlarda kullanmakta olduğumuz kültürel kavramları birer birer ayıklayıp, yeni baştan sorgulayıp, gerçekliklerini yeni baştan inşa etmeliyiz.

Yani, bence…

Yazının son noktasını koyarken bir soru:

  • Sizler ne düşünüyorsunuz? Asıl önemli olan da bu.

www.soruyusormak.com