Sizlere şip-şak bir soru; hangisi daha zor:
- İstanbul’u yönetmek mi?
- Yoksa tüm ülkeyi yönetmek mi?
Lütfen bu soruyu objektif-tarafsız-yan tutmadan sorgulayın.
Ve… Karar verin.
Türkiye 80 milyon civarı.
İstanbul 18 milyon civarı.
Ama…
Türkiye’yi yönetirken kasanızı tüm vergilerle doldurabiliyorsunuz.
Türlü çeşitli “bakan”lıklara işleri paylaştırabiliyorsunuz.
Sonra valileriniz var.
Sonra kaymakamlarınız…
Şube müdürleriniz.
Mal müdürleriniz.
Vergi daireleriniz… vs-vs!
Ve saymakla bitmeyecek kadar memurlarınız, kurumlarınız, kadrolarınız var; hepsi ağzınızın içine bakıyor.
Gönlünüzden kopacak bir gece yarısı kararnamesinin yolunu gözlüyor; korkusunu yaşıyor. [falan!]
Ya İstanbul…
Dar bütçesi [bilerek-isteyerek-yani kasten] giderek daraltılmış bir halde.
Çalışanlarınız sınırlı, müdürlükleriniz bir-kaç’tan biraz fazla.
İmkanlarınız her geçen gün daha da kısıtlanıyor; daha açıkçası “iğdiş” ediliyor…
Hatta hatta… Çalışmalarınızın başarısız olması amacıyla tüm ekonomik-idari -yasal imkanlardan mahrum ediliyorsunuz.
Ve siz bu koşullarda bile pes etmeden çalışıyor, çabalıyorsunuz.
Bu yönde sözü uzatmanın pek anlamı yok.
Herkes olanları biliyor, olmakta olanları da…
Ama yeri gelmişken…
Bir de şu soruyu gündeme taşıyalım:
- Parti başkanlığı mı zor?
- İstanbul Belediye Başkanlığı mı?
- Yoksa bu ülkeyi yönetmek mi?
Yanıtını bir çırpıda söylemek sanıyoruz çok kolay.
Eeeee?
O zaman, Cumhurbaşkanı adayını belirlerken -her halde- bu sorgulamayı adil bir biçimde ve illaki… Sadece ülke çıkarı için sorgulamamız [ve sorgulamanız] gerekiyor.
Çünkü ülke o halde ki…
Kişisel hırsların, ikbal düşüncelerinin ve kırmızı plakalı siyah makam arabalarının fiyakasına kapılmanın hiçbir anlamı yok.
Bu anlamın değeri ise, SIFIR!
Dip not: Sıfır öğle bir değerdir ki, kiminle ve ne ile çarparsanız çarpın, sonuç yine sıfırdır.