Ankara’yı, İstanbul’u, kırmızıya boyanan Türkiye haritasını [şimdilik] bir kenara bırakarak gide-gele Didim’e ulaşıyoruz.
Çünkü orada yaşıyoruz.
Çünkü o çatı altındaki “sorun”ları bizzat yaşıyoruz, tanık oluyoruz.
Üst düzey bir CHP’li arkadaşımızdan -taze taze- öğrendiğimize göre, parti içinde mebzul miktarda gurup, çekişme, saf tutma varmış. [Yani, kırmızıya boyanmış haritaya rağmen hala varmış]…
Düşünüyoruz.
Gurup ve çekişmeyi şimdilik bir kenara bırakıp sorguluyoruz:
- Saf tutan arkadaşlarımız hangi safı, neyin safını tutuyorlar; hangi ideolojik farklılığın ayrımında yer alıyorlar?
Sorumuzu biraz detaylandıralım:
- Sosyal demokrasinin hangi katmanlarında ayrışıyoruz?
- Yoksa sosyal demokrasi sadece vitrinde partimizi süslüyor ve biz, helalleşmenin yol ayrımında mıyız?
- Partimizin fanatik bir militanı mıyız? Yoksa tüm halkı kucaklayan insancıl ideallerin bekçiliğini mi yapmaya çalışıyoruz?
- Altı Ok’un neresindeyiz?
Bu sorgulama daha da detaylandırılabilir.
Ama… Meramımızın -kısaca- özü şudur:
Ayrışmalarımızın temelinde [orijininde] farklı düşünceler mi var? Yoksa, kişisel çekişme ve çıkar çatışmaları mı? Koltuğun kendisi, kenarı, bir altı ve bir üstü ile ilgili kıyasıya bir mücadelesi mi?..
İşte bu satırları karalayan CHP üyesi kişi, bu nedenlerle hiçbir çekişme ve saflaşmanın içinde yer alamıyor, almıyor…
Peki ne yapmaya çalışıyor?
CHP içinde kişiselliğin değil farklı düşüncelerin öne çıkmasını diliyor ve bu yönde bir şeylere omuz vermeye çalışıyor.
Bu konuda başarılı olabiliyor mu?
- Asla!
- Belki de şimdilik asla…
Ama bu konuda umutlu olduğu da pek söylenemez.
Haksız mı bu arkadaş?
Lütfen yanıt verin, verilsin, verelim.