Günümüzün siyaset aktörleri, [yani sözün gelişi değil, düpedüz aktörleri] siyasi terminolojiye eski bir kavramı ithal ettiler.
Bu Arapça’dan ithalat girişimi, “yerli ve milli” sayın reis ve yardımcı akil adamları tarafından maharetle gerçekleştirildi.
İthal mamulün adı: Beka sözcüğü.
Merak ettik, ithalatçı ulusun kültürel mülkiyetinde olan bu sözcüğün tedarikçilerinin düzenledikleri [resmi] sözlükleri karıştırdık.
Şöyle yazıyor TDK sayfaları:
“Beka sözcüğü, bir devletin; anayasal düzeninin iç- dış tehditlere karşın korunması, ahdi hukukunu ve toprak bütünlüğünün bozulmaması sureti ile devamlılığının sürdürülmesi manasındadır.”
Açıklamanın şerhinde ise şu satırlara rastladık:
Bu kullanım biçimi yerel siyasetimizde ''sonsuz olan devlet'' şeklinde kullanılagelmektedir.
Ama…
İşte gönüllerde sonsuza doğru uzatılan bu “devlet”in bekası “ide” sadece hudutlarımızı tankla-topla-askerle korumakla mı sağlanacaktır?
Türk parasının düştükçe düşmesi, hayat pahalılığının dibe vurması, işsizlik, iç güvenlik, insan hakları, hak-hukuk-adalet gibi temel değerlerin yerlerde sürünmesi gerçek bir beka sorunu değil midir?
Bir ülkenin gençlerinin %80”inin “bir imkan bulursam yurt dışına kapağı atacağım,” demesi [demek zorunda kalması] gerçekten de gerçek bir beka sorunu değil midir?
Çünkü beka sorunu sadece devletin yapısal bir sorunu değildir.
Devlet, içinde yaşayan insanlara yönelik bir hizmet ve güvenlik örgütüdür. İşlevi, amacı, varlık nedeni işte bu kadardır… Asıl mesele, toplumun huzuru, refahı ve güvenliği ile ilgilidir. Bu unsurların bekasıdır.
İnsanları “dış güçler” ile korkutup, beka riski ile sindirmeye çalışmak… Din duygularını siyasi amaçlar yönünde istismar ederek sandık hesapları yapmak…
Evet… Bütün bunların gerçek bir hukuk devletinde ne ölçüde demokrasi ile bağdaşmayan köhne yöntemler olduğu toplumun belirli bir kesimi tarafından bilinen bir gerçektir.
Ancak…
İçinde yaşamakta olduğumuz bu karanlık dehlizden çıkabilmenin bizce en kritik yolu, insanların dini duyguları ya da aidiyet duygularının dışında [onlara ilişmeyen] bir perspektif ortaya koyabilmektir…
Evet, somut olarak;
1.- Yarınlara ait ekonomik güvence ve umut;
2.- Gerçek bir demokratik düzen ve;
3- Adaletin yeniden tesis edileceği vaadini…
… kitlelere anlatmak, yine anlatmak, bir daha anlatmak gerektir.
Yetmez… Hatta şarttır!
İşte ancak o zaman…
Güzel günler göreceğiz [sayın] büyükler…
Güneşli, ışıklı günler.